Ekranı Değil, Hayatı Yaşa!

Ekranı Değil, Hayatı Yaşa!


Sabah gözümüzü açtığımızda ilk yaptığımız şey ne?

Telefona bakmak.

Daha tam uyanamadan bile bildirimleri kontrol ediyoruz. Gözümüz hâlâ yarı kapalı ama elimiz otomatikleşmiş şekilde ekranın ışığına yöneliyor.

 

Artık zihnimiz uyanmadan, telefonumuz uyanıyor.

Ve gün boyunca…

Bir ekranın içinden diğerine sürükleniyoruz.

Bir bakmışız sabah olmuş, bir bakmışız akşam.

Ama biz neredeyiz? Gerçekten yaşadık mı o günü?

 

İşte dijital yorgunluk tam da burada başlıyor.

Sürekli çevrimiçiyiz ama iç dünyamız gittikçe çevrimdışı kalıyor.

Düşüncelerimiz kısalıyor, hayallerimiz algoritmaya yeniliyor.

Bir video izleyip gülüyoruz ama neden güldüğümüzü bile hatırlamıyoruz birkaç dakika sonra.

 

Dijital yorgunluk artık sadece teknik bir terim değil, hayatımızın gerçeği.

Gözlerimiz uyanık ama ruhumuz bitkin.

Sayfaları aşağı kaydırdıkça kendimizden uzaklaşıyoruz.

Bir şeyler izliyoruz, okuyoruz, tıklıyoruz ama gerçekten yaşıyor muyuz?

 

Oysa doğa hâlâ orada.

Sokaklar, ağaçlar, gökyüzü…

Kafamızı kaldırdığımız anda karşımızda duran gerçek bir hayat var.

O hayat, ne Wi-Fi’ye bağlı ne de pil yüzdesine.

O hayat, bizim gözümüzün baktığı yerde değil, gerçekten görmeye başladığımız yerde başlıyor.

Oysa dünya, ekranın dışında da dönüyor.

Ve doğa, dijitalden bağımsız bir sadelikte bize göz kırpıyor.

 

Bir ormanın sessizliği,

Bir dağın tepesi,

Bir yabancı sokakta kaybolmanın heyecanı…

Hiçbir ekran, bu hissi veremez.

 

Her şeyden kaçmak değil belki ihtiyacımız.

Ama biraz uzaklaşmak, nefes almak.

Bir gün boyunca telefonu sessize almak mesela.

Yanımızdakinin gözlerine bakarak konuşmak.

Bir kahveyi içmek değil, tadını hissetmek.

 

Yeni kültürler keşfetmek için uçak bileti almana da gerek yok.

Bazen yaşadığın şehrin başka bir sokağı bile seni yenileyebilir.

Ama bunun için önce ekranı kapatman gerekir.

 

Çünkü dijital dünya sonsuzmuş gibi görünür ama

Gerçek hayatın zamanı sınırlı.

Ve zaman, kaybolan değil, kaçırılan bir şeydir.

 

Gerçek yorgunluk, göz altı torbalarında değil.

Düşünmeden geçen günlerde saklı.

 

Ve çözüm çok yakın aslında.

Bir pencereyi açmak kadar,

Bir adımı dışarı atmak kadar yakın.

 

Çünkü gerçek hayat hâlâ burada.

Ekranın dışında.

Göz göze bir gülümsemede.

Sessiz bir manzarada.

Ve sadece sana özel, filtresiz, çerçevesiz bir anda.

 

Gerçekten hayattan keyif almak istiyorsak, önce kafamızı ekrandan kaldırmamız gerekir.

Sadece birkaç saatliğine...

Telefonu, tableti, bilgisayarı—her ne varsa bir kenara bırakalım.

O birkaç saatte kendimizi hayata bırakalım.

Bırakalım ki gerçekten bir şeyler hissedelim, yaşayalım.

Çünkü o keyif, belki de günlerimizi harcadığımız o lanet ekranlardan çok daha fazla tat verir bize.

Ve belki de o birkaç saatlik uzaklık, yaşam kalitemizi fark etmeden artırır.

 

Bir günlüğüne bile olsa, ekranlardan en az 4-5 saat uzak durduğumuzda gerçek hayat bizi içine çeker.

İşte o zaman, o doğal bağ tekrar kurulur.

Ve bu küçük adım, zamanla bir alışkanlığa dönüşür.

Bizi sanal dünyadan, dijital yorgunluktan çekip alır.

Ekranı değil hayatı yaşa. Çünkü hayatın bir video gibi kalıcı değil. Kaçırdığın zamanı asla tekrar yaşayamaz ve geri saramazsın bunu unutma.

Hiç yorum yok:

Tema resimleri A330Pilot tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.